15 Mart 2012 Perşembe

Malina: Ütopyanın ve Cinayetin Romanı


  
    "Mutlaka" ile başlayıp "okumalıyım" diye devam ettiğim kitaplar listeme sızmıştı Malina. Fakat tekrar baskısı yoktu ve haliyle bir türlü bulamıyordum. Hissettiğim şeylerden biri: Ivan bana çok tanıdıktı ve Paul Celan şiirlerinin çoğunu okumuş olmak Malina'ya dair düş kurmama yetmiyordu. Derken uzun bekleyişin sonunda Yapı Kredi Yayınları kitabı yakın zamanda yeniden yayımladı. Koşarak aldığım kitabı koşarak okumak vaktiydi, okudum.
   Her roman aslında insanın iç dünyasında geçer. Oraya taşınan dekor da bulunduğu coğrafyanın izlerini taşır. Malina'yı okurken özellikle ilk bölümde sokak sokak Viyana'da gezdim. Olur ya biri sayfadan başını uzatıp adres soracak olsa, kibarca tarif bile edebilirdim o denli yalın o denli görerek. Roman Viyana'dan dediysem Ivan'a delice aşık olan kadının bütüncül ümitsizliği ile Macar Sokağını ülke edinmekten ben de kaçamadım. Kitapta birçok şehirden bahsediliyor aslında Madrid'den İstanbul'a. Ve kendi müziğini de getiriyor Bachmann, romanın ritmine yakışan biçimi ile.
   Uzun uzun anlatıp tüyolar dağıtmanın manası yok pek tabii ; lakin deli gönlüm birkaç mühim satır eklemekten de kaçınmıyor. Özellikle somut aşkın gücünün ve aile kavramının baba-kız ilişkisi üzerinden anlatımının yarattığı toplumsal çatışma aslında kitabın içerisinde geçen ütopyada kendine buruk bir yer ediniyor. Derin çatlaklar gizli bu romanda ve böyle olunca bir nefes noktası hep ütopyadadır. Sevgisizlikten, kaçıp yeni bir lisana sığınmak. Tüm çatışmaların soluk ama acı dolu yüzeyinden firar edebilmek. Bu denli basitken söylenmemiş olanı anlamak, cinayet tüm maskelerden sıyrılmak oluyor. Gerçek cinayetler insan belleğinde işleniyor halbuki. Faşizm iki kişi arasında başlıyor, insan insanı manen yaralıyor ve bu günlük cinayetlerle toplum katliamlara, savaşlara devriliyor..

Sonuç "Toplum düşünülebilecek en kanlı arenadır." İşte bu yüzden Malina ütopyanın ve cinayetin romanıdır.